top of page
  • Yazarın fotoğrafıinPharma Dergi

Stanford Hapishane Deneyi


İnsanca Akademi


Gücün, insanların gözünü nasıl döndürdüğünün bir hikayesi...


Cezaevinde mahkum veya gardiyan olmanın davranışsal ve psikolojik etkilerini görme amaçlarıyla 1971 yılında gerçekleştirilen hapsedilme psikolojisine ilişkin bir simülasyon çalışması...


“Kişiler, istediklerini yalnızca cezalandırılmayacaklarını bildiklerinden değil; içgüdüsel olarak bunu yapmaya hakları olduğunu hissettiklerinden yapmaktadırlar. Aynı şekilde güçsüzler, izin verilmediğinden değil; hakları olmadığını düşündüklerinden dolayı ihtiyaçları olan şeyi alamazlar.”


Araştırmacılarının Stanford Üniversitesi’nden Philip Zimbardo, Craig Haney, W. Curtis Banks ve David Jaffe olduğu psikolojinin en meşhur deneylerinden birine gelin beraber göz atalım!


Güç ve gücün kullanım şekli, yönetim bilimleri açısından her daim ilgi çekici ve geliştirilmesine ihtiyaç duyulan bir konu olmuştur. Kişilerin farkında olmadan başkalarına kötü muameleler yapması ise kontrol edilmesi oldukça zor bir husustur. İnsanlar normal koşullarda yapmayacakları davranışlar sergilerken onları bu davranışları sergilemeye iten ana sebep güçtür.


Amerikan hapishanelerindeki vahşiliklerin, gardiyanların sadist kişiliğinden mi yoksa hapishane ortamından mı kaynaklandığının merak edilmesinden doğan deney, aday toplamak amacıyla gazeteye verilen ilana 70 üniversite öğrencisinin başvurmasıyla başladı.



Evrim Ağacı


Başvuranların hepsi, yaz boyunca Stanford çevresinde bulunup bu deneye katılarak günde 15 dolar kazanmak isteyen Amerika ve Kanadalı üniversite öğrencileriydi. Craig Haney ve Curt Banks tarafından gerçekleştirilen kapsamlı psikolojik testler neticesinde psikolojik sorun, tıbbi engel, hastalık öyküsü, suç veya uyuşturucu kullanımı olan adayların elenmesiyle geriye 24 aday kaldı.


Hapis psikolojisini daha iyi anlayabilmek için San Quentin, Soledad, Folsom ve diğer hapishanelerde yaklaşık 17 yıl yatmış olan Carlo Prescott gibi kişiler deneye danışman olarak dahil edildi.


Seçilen üniversite öğrencileri, bir pazar günü California polisi tarafından 211 sayılı Ceza Kanunu gereğince silahlı soygun ve hırsızlık nedenleriyle tutuklanarak Palo Alto Polis Departmanı’na getirildi. Tıpkı gerçek tutuklanmalar gibi mahkumlar hakları konusunda uyarıldı; mahkumların parmak izleri alındı, profil fotoğrafları çekildi ve mahkumlar hücrelere atıldı. Daha sonra gözleri bağlı şekilde Stanford Psikoloji Bölümü’nün bodrumunda oluşturulan sahte hapishaneye transfer edildiler.


Çalışma sağlıklı, zeki ve orta kalitedeki üniversitelerde okuyan bir grup erkekle başladı. Öğrenciler yazı tura atılarak 9 mahkum ve 9 gardiyan olmak üzere rastgele iki gruba ayrıldılar. 24 kişiden geriye kalanlar ise ihtiyaç durumunda çağrılacaktı. Gardiyan veya mahkum olma noktasında herhangi bir kriter yoktu, öğrenciler rastgele bu rollere atanmışlardı.


Mahkumların tüm kişisel eşyaları alınarak her mahkuma üzerinde numaralar olan giysiler giydirildi ve sağ ayaklarına zincir takıldı. Böylece, yataklarında dönerken diğer ayağına çarpan zincirin acısıyla uyanan mahkumların hapis duygusunun sürekli farkında olmalarının sağlanması amaçlanıyordu. Her hücreye 3 mahkum yerleştirildi. Hücrelerde zaman algısında bozulmalara neden olmak amacıyla pencere ve saat yoktu. Mahkumların kurallara uymalarını kolaylaştıracağı inancıyla saçları kazıtılarak bireysellikleri en aza indirildi.


Herhangi bir bilgilendirme yapılmayan gardiyanlar ise süreç içerisinde kendi kurallarını kendileri belirlediler. Gardiyanların koyu renkli güneş gözlüğü takmaları sağlanarak kimlikleri gizli tutuldu ve daha da önemlisi duygularının anlaşılmasının önüne geçilmiş oldu. Harekete geçmeye hazır nesnel bir tehlike oluşturmak amacıyla ellerine cop verildi.


Deneyin ilk günü gece saat 2.30’da mahkumlar sayım için gardiyanlar tarafından sert bir şekilde uyandırıldılar. Gündüz ve gece birkaç kez tekrarlanan sayımlarda mahkumlar kendilerine verilen numaraları söylemek zorundaydılar. Başlarda bu işi ciddiye almayan mahkumların deneyin ilerleyen aşamalarında gösterdikleri itaatkarlık, deneyin son derece şaşırtıcı sonuçlarından biri olmuştur. Mahkumlara kuralları ihlal ettiklerinde veya gardiyanlara saygısızlık yaptıklarında şınav çekme cezası veriliyordu. Deneyin yürütücüleri başlarda bu yöntemin çocukça olduğunu düşünseler de bu yöntemin Nazi kamplarında da ceza olarak kullanılan bir yöntem olduğunu öğrenmelerinin ardından işlerin gittikçe vahşileşmeye başladığını anlamışlardı. Deneyin ilerleyen aşamalarında mahkumların şınav çekmelerini güçleştirmek için gardiyanlar mahkumların sırtlarına basmaya ve şınav süresini artırmaya başlamışlardı.


Gaia Dergi


Deneyin 2.günü hapishanede isyan çıktı. Mahkumlar yataklarını kapıya dayayarak hücrelerinde barikat kurdular ve gardiyanların emirlerine uymayı reddettiler. Yangın söndürücülerle mahkumlar kapılardan uzaklaştırıldı, kapılar kırıldı, mahkumlar çırılçıplak soyuldu ve yatakları dışarı çıkartıldı. Elebaşı olan mahkumlar ceza için oluşturulmuş bir hücreye hapsedildi. Mahkumlar arasındaki dayanışmayı bozmak amacıyla isyana en az katılan 3 mahkuma ayrıcalıklar tanındı. Kıyafetleri ve yatakları geri verildi, yıkanmalarına ve dişlerini fırçalamalarına izin verildi, özel yiyecekler verildi. Artık hücrelerde dayanışma ve güven ortamı kalmamıştı. Kendileri de eski mahkumlar olan danışanlardan bu yöntemin gerçek gardiyanlar tarafından da mahkum dayanışmasını bozmak için kullanılan bir yöntem olduğu öğrenildi. Gardiyanların otoritesi ve saldırganlığı, mahkumların ise itaatkarlığı gün geçtikçe artıyordu.


36 saatten kısa bir süre içerisinde ilk mahkum (mahkum #8612) duygusal kargaşa, kontrol edilemeyen ağlama, çığlık atma, öfke ve bağırma nedenlerinden ötürü salıverilmek zorunda kalındı.


Aile veya arkadaşlar tarafından ziyaret günü olan salı gününde ailelerin hapishaneyi ve çocuklarının halini görüp onları eve götürmelerini engellemek amacıyla hapishane ortamı manipüle edildi. Mahkumlar yıkandı ve tıraş edildi, odaları temizlendi, iyi bir akşam yemeğiyle karınları doyuruldu. Aileler de deneye ve duruma adapte bir şekilde hareket ettiler.


Çarşamba günü Washington D.C’ nin hapishane papazı getirildi. Mahkumların papazla gerçekleştirdiği konuşmalarda isimlerini değil, numaralarını söylemeleri durumun ne kadar gerçekçi bir hal aldığının göstergesiydi. Mahkumların papazla olan konuşmaları gerçeklik ile illüzyon arasındaki karışıklığı ve benliklerini kaybetmeye başladıklarını gösteriyordu. Mahkum #819’un papazla konuşmak istememesi ve onunla konuştuklarında salıverilen mahkumlar gibi histerik bir şekilde ağlamaya başlamasının ardından ayağındaki zincir çıkarıldı ve dinlenme odasına götürüldü. Bu sırada diğer mahkumlar onun kötü bir mahkum olduğunu ve onun yüzünden ceza aldıklarını belirten bir şarkı söylemeye zorlandılar. Serbest bırakmayı teklif etmelerine rağmen mahkum #819 kötü bir mahkum olmadığını kanıtlamak için hücreye geri dönmek istedi. Tam bu noktada Dr. Zimbardo onu kendine şu gözlerle getirdi: “Bak, sen mahkum #819 değilsin. Benim adım Dr. Zimbardo, ben bir psikoloğum, burası bir hapishane değil. Bu bir deney ve onlar öğrenci, tıpkı senin gibi. Hadi gidelim!”


Perşembe günü şartlı tahliye kurulu toplandı. Mahkumlar birbirine zincirlenerek toplantı salonuna getirildi. Kurul, danışman Carlo Prescott tarafından yönetiliyordu. Mahkumlara onları salıverme karşılığında kazandıkları parayı kaybedeceklerini söylediklerinde iki mahkum hariç hepsi bu teklifi kabul etmişti. Teklifin değerlendirilmesi amacıyla mahkumlar hücrelerine gönderildi. Şaşırtıcı bir şekilde sertçe bu deneyde artık yer almak istemediklerini söylememişlerdi, söyleyememişlerdi. Bu noktadan itibaren parayı istememelerinden anlaşılacağı üzere birlikte hareket etmeleri için herhangi bir motivasyona sahip değillerdi. Gerçeklik tümüyle kaybolmuştu, herkes rolünü yaşamaya başlamıştı. Hisler, düşünceler, davranışlar tamamen değişmişti.


Deneyin 5.günü gardiyanlar kendilerini işlerine fazlaca kaptırmıştı. Mahkumları aşağılamaya, gücün tadını çıkarmaya devam ediyorlardı. Deneyin başında yapılan kişilik testi puanları, bu aşırılıkların hiçbirini öngörememişti. Mahkumlar ise son derece güçsüz, çaresiz, umutsuz durumdaydı. Şartlı tahliye talebinin reddedildiğini öğrenen bir mahkum, psikosomatik kurdeşen göstermesinin ardından tedavi edilerek salıverildi. Gardiyanlar tüm mahkumların saygısını, daha doğrusu itaatini kazanarak hapishanenin kontrolünü ele geçirmişti.


yordama.com


Gardiyanların en acımasızı olarak bilinen John Wayne’nin, Nazi toplama kampında mahkum olan John Michael Steiner’ den (California Eyalet Koleji) öğrenildiği kadarıyla o dönemin en kötü şöhretli gardiyanı olarak bilinen Tom Mix’ e olan benzerliği şaşırttı. John Wayne böyle bir gardiyan olmayı nerden öğrenmişti? Diğerleri rollerine nasıl bu kadar çabuk adapte olmuşlardı?


Perşembe akşamı ziyaretçiler geldiğinde bazı ailelerin çocuklarını hapishaneden çıkartmak için avukat talep etmelerinin üzerine hapishane yönetimi bir avukat ayarladı ve avukat tüm mahkumlarla tek tek görüştü. Artık deneyi bitirme zamanı gelmişti. Çünkü insanların acı çektiği, gardiyanların sadistçe davrandığı bir ortam ile karşı karşıya kalmışlardı. Yarattıkları hapishane ile insanların nasıl insanlıktan çıkıp nesnelere dönüştüğünü, onların çaresiz ve umutsuz hissetmelerine neden olduklarını, insanların bunları birbirlerine nasıl yaptıklarını gözlemlemişlerdi.


2 hafta sürmesi planlanan deney yalnızca 6 gün sonra, cuma günü sonlandırıldı. Aksi takdirde birilerinin fiziksel veya mental olarak hasar görmesi kaçınılmaz görünüyordu. Deney sonlandırıldığında mahkumlar durumdan memnun iken gardiyanlar son derece üzgündü. Bu durum deneyin en ilginç sonuçlarından biri olarak yorumlanmıştır.


Deneklerle sonradan yapılan görüşmelerde gardiyanlar gaddarca olan bu yönlerini bilmediklerini, mahkumlar ise gösterdikleri itaatkar, boyun eğen tavırları kendilerinden beklemediklerini itiraf ettiler.


Deney; insanların toplumun biçtiği rollere farkında olmaksızın nasıl hızlıca uyum sağladıklarını ve bunları kabullenerek yerine getirdiklerini, rollerin davranışlar üzerindeki etkilerinin ne kadar kuvvetli olduğunu, uygun koşullar altında her bireyin kötü olabileceğini ortaya koydu. Ayrıca kişilerin kendilerine yüklenen sorumluluklar yanında elde ettikleri yaptırım gücünün, kişilerin davranışları ve psikolojilerini de etkilediği gözlemlenmiştir.


Deney; katılımcılara yeterli bilgilendirmelerin yapılmaması, mahkum konumunda olanların uğradıkları aşağılanmalar, sıkıntılar ve deneyin her şeye rağmen 6 gün boyunca sonlandırılmaması gibi birçok nedenden ötürü eleştiri almanın yanı sıra insanları, gerçek hapishanelerde insani değerleri yok etmek yerine onları teşvik etmeye başlamanın, şiddeti azaltmanın yollarını düşünmeye itmiştir.


Lord Acton: “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır. Büyük insanlar neredeyse her zaman kötü insanlardır.”


Hazırlayan: Zeynep Pirinç


KAYNAKÇA


Zimbardo, P. G., Haney, C., Banks, W. C., & Jaffe, D. (1971). The Stanford prison experiment. Zimbardo, Incorporated.


McLeod, S. (2020). Stanford prison experiment. Simply Psychology.


Zimbardo, P. G. (2001). The pathology of imprisonment. Down to earth sociology: Introductory readings, 272-277.


Şahin, C. (2017). Kişisel güç algısının zorbalık ve gücün kötüye kullanımına etkileri: Stanford Hapishane Deneyi ve Milgram itaat deneyi ışığında bir araştırma (Master's thesis, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü).


Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


aliosmanyenihayat
Dec 22, 2022

Oldukça başarılı bir yayın olmuş. Kısa ve net bir biçimde verilmek istenen mesaj verilmiş. Tebrikler👏🏻

Like
bottom of page