top of page
  • Yazarın fotoğrafıinPharma Dergi

Ruhsatlandırmadan İnsan Kaynaklarına Kariyer Yolculuğu - Dr. Ecz. İldeniz Aksu

Dr. Ecz. İldeniz Aksu, 2006 yılında Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden mezun olmuştur. Endüstri ve iş hayatına ruhsatlandırma departmanında başlayan İldeniz Bey, şu an Polifarma İlaç Şirketi’nin insan kaynakları departmanında Eğitim ve Gelişim Müdür Yardımcısı olarak görev almaktadır.


İldeniz Aksu’ya kendi yaşamıyla, eczacılık mesleğiyle ve iş hayatıyla ilgili merak ettiğimiz soruları sorduk.


Kendinizden kısaca bahseder misiniz?


Bu zor bir soru, daha bugün tuhaf bir mesajlaşma yaşadık. Bir satış temsilcisi arkadaşımız bana ‘‘Ben bazen kendimi tanıyamıyorum, sizce bu normal mi?’’ diye sordu. Ben de dedim ki “Tanıdığın gün hemen doktora başvur”. Çünkü bana normal olan sanki o tanıma evresiymiş gibi geliyor. En azından ben kendimi tanıdım dediğim gün şüphe duyardım çünkü gerçekten kendimi keşfedip bitirebileceğime inanmıyorum.


Kendimi nasıl tanımlarım? Aslında anlamaya ve öğrenmeye çalışan bir insanım. Kendimi bildim bileli elimden geldiğince bunun peşinde koşturmaya çalışıyorum. Ne kadar becerebiliyorum, onu bilmiyorum. Zaman yoksunu, biraz da fikir yorgunu bir adamım aslında. Zamanımı çok düşünerek geçirmeye çalışıyorum. Bazen zararını da görüyorum çünkü her zaman çok net olamıyorum. En bariz örnek, eczacılık okuyup sonrasında insan kaynaklarında eğitmen olarak çalışmam diye düşünüyorum. Hatta o icra etmediğim mesleğin yüksek lisansını ve doktorasını bile yaptım. Dönüp baktığımda kendime ‘‘Niye yaptım acaba?’’ diyorum. Bu gibi handikaplarım var ama ben seviyorum böyle bir insan olmayı. Çevremdekilere böyle birisiyle bir arada bulunmanın nasıl bir şey olduğunu sormak gerek. Onlar açısından zor olabilir.


Tahminime göre sizin mezun olduğunuz dönemde endüstride eczacılık yapmak bu kadar da popüler değildi. Endüstri hayatında çalışmaya nasıl karar verdiniz, neden endüstriyi tercih ettiniz?


Hiç değildi. Biz fakülteye 96 kişi girdik, endüstri eczacılığı yapmayı tercih eden 5-6 kişiyiz. Benim tercihimin de bir hikayesi var. Ben ortaokul civarında sosyoloji veya felsefe okumak gibi bir niyete kapıldım ama tabii bu çok kısa sürdü çünkü Türkiye gibi bir ülkede yaşayınca bu tarz alanlara yönelmeye kalktığınızda ciddi bir tepki alabiliyorsunuz. ‘‘İşsiz kalmaya mı niyetin var?’’, ‘‘Neden böyle bölümler hedefliyorsun?’’ gibi... Sonrasında fen lisesini kazandım ve gittim. Tabii oraya gittiğiniz andan itibaren zorunlu sayısalcısınız. Dolayısıyla benim için sosyoloji de felsefe de tarih oldu. Bu sefer ‘‘Ne okuyabilirim?’’ diye düşünmeye başladım. Hayatımda iletişim üzerine bir şeyler olsun istiyordum. Kitlelerle, insanlarla uğraşmak ilgimi çekiyordu. Eczacılık buna en yakın sayısal bölümmüş gibi geldi. Lise 2. sınıf zamanlarında kararımı vermiştim, ‘‘Ben eczacılık okuyacağım.’’ demeye başlamıştım. Eczacılık tek tercihimdi. Fakülteye girdikten sonra da niyetim sektörde çalışmaktı çünkü dışarıdan baktığımda daha fazla insana dokunabileceğim alan orasıymış gibi geliyordu. Bir de diğer seçeneklere göre, sektörde bir tık daha kendimi bulabilirmişim gibi hissediyordum. O yüzden fakülte hayatım boyunca da hiç tereddüt etmedim. Sadece sektörün neresinde çalışacağım konusunda çok net değilmişim. Farklı alanları deneyimledim. Daha doğrusu hep ruhsatlandırmanın içinde kaldım ama ruhsatlandırmanın içinde farklı farklı işler yaptım. Şu anda bulunduğum yer insan kaynakları departmanı. Eğitim ve gelişim biriminde, yani bir eczacı için enteresan bir yerde devam ediyorum.


Bence çok güzel bir yolculuk olmuş. Mezun olduktan sonra iş bulma süreciniz nasıldı?


Yeterince bilinçli hareket ettiğimi düşünmüyorum. Hacettepe Üniversitesi mezunuyum, bitirdikten sonra da Ankara’da yaşamak istedim. Ankara’da kalmak isteyince çok fazla seçeneğiniz olmuyor çünkü sektörün kalbi İstanbul'da atıyor. Ben mezun olduğumda başvurabileceğim 2 veya 3 aktif ilan vardı. Onlara başvurdum. Askerliğimi yapmadan böyle bir şeyi denedim. İşler yolunda gitti. İlk görüştüğüm firmayla anlaştım. Stajımı ruhsatlandırmada yaptığım ve başvurduğum bütün ilanlar da ruhsatlandırma olduğu için gönlüm rahattı. Çalışmaya resmi ilişkiler sorumlusu olarak başladım. Arabamın bagajında küçük bir kırtasiye yarattığım, 3 yılımı geçirdiğim mobil bir işti. Çok da bilinçli bir tercih değildi ama çok fazla şeyi etkiledi. Ruhsatlandırmadan çok uzunca bir süre sonra kopmamamın nedeni belki de orada başlamış olmamdı. Şimdiki aklım olsa başka bölümlere de yeltenirdim. Satış pazarlamaya hiç girmediğim için kendimi eksik hissediyorum mesela. Keşke hayatımın bir kısmını orada geçirebilseymişim ya da medikal departman da güzelmiş ama onu şimdi şimdi görebiliyorum. Ruhsat benim için biraz vakit kaybı oldu. Vakit kaybından kastım, benim karakterime çok uygun bir alan değilmiş ama ben bunu çok geç fark ettim. Başlarda fark etmek gibi bir çabam da yoktu aslında.


‘‘Öğrencilik döneminde yapabildiğiniz kadar çeşitli alanlarında staj deneyimleyin.’’ diyebilir misiniz?


Demek isterim ama bunun çok kolay olmadığının da farkındayım. Diğer taraftan çok fazla staj imkanı yaratabilir misiniz kendinize onu bilmiyorum. Yaratabiliyorsanız ne ala ama staj imkanı yaratamazsanız bile başka imkanlar yaratabilirsiniz. ‘‘Benim karakterime uygun alanı bulmanın başka bir yolunu bulmam lazım, ne yapabilirim?’’ diye düşündüğünüzde sizin, bizim dönemimize kıyasla elinizde çok büyük şanslar var. En basitinden sektörden pek çok kişiyle bağ kurabilme, fikir alma şansınız var. Tabi burada da gerçekten size hissettiklerini, düşündüklerini, o alanda çalışmanın nasıl olduğunu net bir şekilde samimiyetle aktarabilen kişileri bulabilmek önem kazanıyor.


Mülakat süreçleriniz nasıldı, neler yaşadınız? Mülakatlar için neler önerirsiniz?


Tavsiye vermek beni çok geriyor. Ben ilk girdiğim mülakatımda resmi ilişkiler sorumluluğuna adaydım. Mülakatımda bana dediler ki ‘‘Bakanlıkta çok önemli bir dosyan var ve görevli her gittiğinde seni bir şekilde oyalıyor, geri çeviriyor. En son bir gün görevli sana ‘Buralar çok soğuk, ben de çok üşüyorum şöyle yün kazak olsa da ısınsak.’ derse ne yaparsın?’’. Ben kendimi tanıyorum, sırf benim işimi yapsın diye birine hediye alıp vermem mümkün değil. Karakterime tamamen zıt bir tavır. Ben de açıkça dedim ki ‘‘Benim annem, babam öğretmen. Ben öğretmen çocuğuyum ve o kültürle yetiştim. Ben o adama kazak falan alamam.’’. ‘‘En önemli dosyan orada ne yapacaksın?’’ sorusuna cevap olarak ‘‘Yapacak bir şey yok, yapısal olarak ben buna müsait bir insan değilim, dosyayı bir şekilde başka bir memura geçirmeye çalışırım. Belki şube müdürüyle konuşurum.” dedim. Mülakattan çıktım, sektöre benden önce girmeyi başarmış bir arkadaşımla buluştum, bana dedi ki ‘‘Keşke öyle cevap vermeseydin.’’. Dedim ki ‘‘İyi de yapamayacağım bir şeyi sırf işe alınmak için niye yapacağımı iddia edeyim, ben pişman değilim.’’. Bir hafta falan geçti, benimle çalışmak istediklerini söylemek için aradılar. İşe başladım ve sonrasında bu firmanın inanılmaz etik kuralları olan bir yer olduğunu öğrendim. Ben orada 3 yıl mutlu mesut bir şekilde çalıştım. Çünkü birebir uyuştuk. O yüzden mülakatlarda şöyle sorulara böyle cevaplar verilir gibi kesin yargıları makul bulmuyorum.


Size ilginç bir anımı anlatayım: Ruhsatlandırmaya bir uzman yardımcısı arkadaş alacağız, mülakat yapıyoruz. Gelen adaylardan bir tanesine ‘‘Bundan 5-10 yıl sonrası için hedefin ne, en çok ne yapıyor olmak isterdin? Edebi bir cevap verme, gerçekten kafandaki kendinle ilgili yarattığın o karakter nerede olmak isterdi?’’ diye sordum. Güldü, ‘‘Buna dürüstçe cevap verirsem beni işe almazsınız ki.’’ dedi. Dedim ki ‘‘Niye? Dürüstçe dene, bakalım cevabın ne olacak.’’. ‘‘Ben pasta yapmayı çok seviyorum ve bana sorarsanız ben, 5-10 yıl sonra kendimi bir pastanede pasta yaparken görmek isterim. Şimdi beni işe alır mısınız?”. Ben de “Benim seni iş alıp almamamın hiçbir önemi yok. Ben sana şimdi başka bir şey soracağım. Dışarıda senin gibi pasta yapmaktan keyif alacağını düşünen birileri daha var ve bu insanlar yarın pastane açmayı veya pastanede çalışmayı deneyecekler. Oysa sen şu anda ruhsatlandırma uzman yardımcısı olarak çalışmayı deneyeceksin ve 5 yıl sonra ‘Tamam, hayallerime geri dönüyorum.’ dediğinde onlar, 5 yıldır pasta yapıyor olacaklar. Sen tecrübe olarak onlarla yarışmaya başlayacaksın. Sence şansın ne kadar yüksek bu kişilere karşı?” diyerek cevap verdim. Biraz düşündü, ‘‘Ne demek istediğinizi anladım.’’ dedi. ‘‘Devam edelim mi mülakata?” dedim ve “Hayır.” diyerek ayrıldı. Sonra pasta yapmaya yeltendi mi yeltenmedi mi bilmiyorum ama çok açık ve net söylüyorum gerçekten mutlu olacağı yer orası ise gidip onu yapması, onun peşinden koşması lazım. Türkiye'de en çok yapılan hata bu ne yazık ki. Bu ülkede başka şeyleri çok kutsadığımız için asıl yapmaktan mutluluk duyacağımız, nefes alış verişimize bir anlam katacak olan işin peşinde koşmak yerine başka şeyler peşinde koşuyoruz. “Nasıl daha lüks otomobil sahibi oluruz, nasıl zengin oluruz?” derdimiz bu. Peki, ne oluyor? Yıpranıyoruz sadece.


Ben hakikaten bazen insanları işe gidip gelen bir grup ruhsuz ordusuna benzetiyorum. Her sabah mecbur oldukları için kalkıp bir yere gidiyorlar, akşam olsun diye akşama kadar saate bakıyorlar ve akşam olunca koşa koşa evlerine gidiyorlar. Atladığımız nokta ne? Ben sabah 7’de çıkıyorum evden, akşam en erken dönebileceğim saat yine 7. En az 5-6 saat uyuduğumuzu varsayın, geriye zaten bir şey kalmıyor ki. Ben mutluluğu nerede arayacağım? 4-5 saatlik zaman diliminde mi, yoksa 12 saatimi adadığım diğer kısımda mı? Ben 12 saatimi ayırdığım diğer kısımda aramayı tercih ediyorum. O yüzden de mülakatlarda ne yapmalıyım, ne etmeliyim sorusuna öyle çok net bir cevabım yok. Sadece şunu söyleyebilirim; bazı gerçeklerin farkında olmak lazım. Mülakatın da bir adabı var, ona uygun bir şekilde hareket etmeyi kesinlikle ben de tavsiye ediyorum. Yine de karakterinizi gizlemeye çalışmayın. Aynı şekilde şirketlerin de karakterlerini gizlememeleri lazım. Koşullarımızı net bir şekilde dile getirmeli, uyuşabiliyorsak da bir arada olmalıyız.


Gözlemlerinize dayanarak farklı departmanlarda çalışmak için sahip olunması gereken yetkinlikler hakkında neler söyleyebilirsiniz?


İlaç sektöründe çok fazla departman var ve çok büyük bir kısmı eczacılar için uygun departmanlar. Ben fiyat geri ödeme yani bugün pazar erişim olarak adlandırılan birimde, ruhsatlandırmada ve farmakovijilansta birebir çalışma imkanı yakaladım. Şu an insan kaynaklarında çalışıyorum, bir eczacı adayı olarak belki bu alanı hayal etmeyebilirsiniz ama bu alan bile bize müsaitmiş.


Çok bilinçli bir tercih yapmamıştım dedim ama aslında kendimle uyuşan bir işe girmeyi başardım çünkü bazı şeyleri kafadan elemiştim. Mesela, üniversitedeyken o gün benim laboratuvar dersim olup olmadığını yüzüme bakarak anlayabilirdiniz. Eğer ben gülmüyorsam ve gerginsem %99 o gün laboratuvar dersi vardır. Laboratuvarda bulunmaktan hiç keyif almıyordum. Her yerde beyaz banko, beyaz dolap olan bir yere kendimi kapatıp 3 saat deney yapıyorum, bu bana çok yorucu ve yıpratıcı geliyordu açıkçası. O yüzden ‘‘Ben kesinlikle laboratuvarda veya üretim sahasında çalışmam.’’ diyordum.


Mülakatlarda çeşit çeşit insanla karşı karşıya geliyordum. Bir aday “Ben Ar-Ge’ci olabilirim, satış pazarlama da çok uzak gelmiyor ama ruhsatı da düşünürüm.” diyebiliyordu. Bunlar birbirinden öyle uzak alanlar ki bunların hepsini birden düşünüyor olamaz, çünkü gerçekten bütün bunlara karakter ve yapı olarak uymak çok zor. Örneğin üretim alanına girdiğiniz andan itibaren uzunca bir süre çıkamıyorsunuz, tamamen izole bir çalışma ortamı. Ruhsatlandırma; regülasyonların çok yoğun olduğu, bilgisayar başında fazla vakit geçirilen ve bir süre sonra işin rutine dönmeye başladığı bir departman. Sakin bir yapınız varsa, masada bütün gün oturmak sizi çok rahatsız etmeyecekse güzel bir alan. Satış pazarlamacı olmak için tam tersine çok aktif, dinamik bir yapınız olmalı. İnsanlarla iletişim içerisinde olmayı fazla seven hatta onsuz yaşayamayan birisi olmanız lazım. Mesela ruhsatta belki çok fazla matematiğe ihtiyacınız yok ama satış pazarlamada, pazar erişimde çok ciddi rakamsal becerilere ihtiyacınız var. 1 kuruşluk bir hatayı affetmeyecek bir bölümden bahsediyoruz. O 1 kuruş dediğiniz şeyden siz 10 milyon tane satacaksınız belki yılda. O alanda çalışacaksanız gerçekten farklı bakmanız, matematiksel yönünüzün güçlü olması aynı zamanda bütün bu detayları düşünebiliyor olmanız lazım. Farklı departmanlar hakkında bilgi sahibi olmanın yolu, elimizdeki Linkedin gibi fırsatlardan geçiyor bence. Merak ettiğiniz alanın aktif üyeleri ile ağ ve bağ kurabilir, sorular sorabilirsiniz. Herkes size cevap vermeyecek belki ama cevap veren birilerini mutlaka bulursunuz.


Bilge Sözen Şahne ile eczacılık öğrencilerinin iş yaşamında farkındalık oluşturmalarını amaçlayan Pharmanage-360° adlı bir çalışmanız var. Bu çalışmadan bahsedebilir misiniz?


Ben, işim sayesinde bizim yönetsel becerilerle ilgili hiçbir ön hazırlığımızın olmadığını fark ettim. Çocukluktan itibaren başlattığımız, sürekli bir bilgi aktarımının olduğu ama pratik hayata bunun nasıl yansıtılacağına dair hiçbir fikrin verilmediği bir eğitim sürecinden geçiyoruz. Sonra mezun oluyoruz, üniversite bitiyor ve sudan çıkmış balık gibi bugüne kadar yüzü bize hiç gösterilmeyen bir iş hayatının içine giriyoruz. Sonra, sizi iş hayatına girdikten sonra eğitmek için benim gibi kurumsal eğitmenler var. Atladığımız bir nokta var: Yetişkini eğitmek bir çocuğu eğitmekten çok daha zor. Çünkü yetişkin size deneyimleriyle geliyor. Artık belli bir ölçüde kendini yeni bilgiye kapatmaya başlamış oluyor. Birisi de demiyor ki ‘‘Acaba biz insanları çocukluk döneminde iş hayatına hazırlamaya başlamayarak bir hata yapmış olabilir miyiz, oradan itibaren bir şeyler yapmış olamaz mıydık?’’. Hala şirketler olarak bir dünya para döküyoruz eğitim süreçlerine ve istediğimiz sonucu %100 alamıyoruz. Bunun farkına vardıktan sonra çocuklara ulaşamasak da hiç değilse üniversitelilere ulaşabiliriz diye düşündüm. Pharmanage-360°, 1.5 yıl önce Linkedin’de paylaştığım bir gönderiyle başlattığım, bir kafede buluşup 1.5-2 saat yönetsel becerilere dair konular üzerine konuştuğumuz bir süreçti. Pandemiyle birlikte bu süreç baltalandı. Önce online yapmayı denedik ama sonra fark ettik ki biz sistematik olarak hazır değiliz. Elimizde gerçekten bununla ilgili altyapı ve veri yok, o yüzden ara verdik. Bu durum beni rahatsız etti çünkü ben bu işi yapmayı gönülden istiyorum ama tek başıma yapabileceğim bir şey değildi. Bilge, benim üniversiteden çok sevdiğim, değer verdiğim bir arkadaşım. Bilge’ye dedim ki “Benim bir fikrim var ama yalnız başıma yapamam, destek olur musun?”, ‘‘Olurum.’’ dedi. Sonra fark ettik ki biz ikimiz de yapamayız ve daha büyük bir kitleye ihtiyacımız var. Fiziksel olarak bir araya geldiğimiz ekibe mesaj attım: ‘‘Gönüllü olarak bu projede görev almak isteyen, organizasyon ekibinin içinde yer almak isteyen var mı?’’. 11 arkadaşımız geldiler ve biz onları çok ciddi bir temponun içerisine soktuk. Gerçekten sahiplendiler, şu an proje için benden daha çok uğraşıyorlar.


Kritik konular belirleyerek her aya 3 konu gelecek şekilde bir program hazırladık. Bu konuları eleme sürecinden geçirerek aldığımız 64 katılımcı arkadaşımıza bir duyuruyla veriyoruz. 1 ay boyunca, onlar üzerinde çalışıyor ve bize sunum yapıyorlar. Eklemek, düzeltmek, uyarmak istediklerimizi paylaşıyoruz. 1 hafta kadar sonra da konuyla ilgili bir konuğu çağırıyoruz, 1 kere de onunla bir araya geliyoruz. Konuştuğumuz konular hedef, yetkinlik, etik ve değer, yeni çağın gerektirdikleri... Hatta bu ay işin psikolojik boyutunu konuşacağız. Bütün bu konuları neden seçtiğimize gelecek olursa; hangi alana giderseniz gidin bu konuların her biriyle muhatap olacaksınız. Mesela eczanenizde kalfa olacak. Kalfanın o gün canı sıkkınsa satışınız düşecek, müdahale etmeniz gerekecek, anlayışla karşılamanız lazım hatta belki o gün için çalışmaya devam etmese daha iyi olacak. Tabii bunları yapabilmek için her şeyden önce farkındalığa ihtiyacınız var. Biz de bu farkındalığı oluşturmak amacıyla yola çıktık. Henüz daha ilk senemiz, çok iddialı değiliz. Ben en azından kendi adıma aşırı bir iddia ile yola çıkmadım. Denemek istedim. Beşinci ayımızdayız. Şu ana kadar yorumlar en azından katılımcılar tarafından çok olumlu, sonraki aşamada asıl amacımız aslında dışarının dikkatini çekebilmek. Sektör, kurum ve kuruluşlar bizi fark etsinler ki bunun önemi anlaşılsın istiyoruz. Mezun olan katılımcılarımızı artık bizim sektördeki, kamudaki, akademideki, eczanedeki elçilerimiz olarak görmek istiyoruz ve bizi desteklesinler istiyoruz. Böylece doğru yolda mıyız, amacımıza ulaşabiliyor muyuz, bu proje işe yarıyor mu, değiştirmemiz gereken alanlar varsa bunlar neler, görmüş olacağız. Umarım sonu güzel biter hatta sonu gelmez, bitmez, çok uzun yıllar devam eder.



Şirketinizde eğitimler verdiğinizden bahsetmiştiniz, o eğitimler neler?


Ben insan kaynaklarında olduğum için yetkinlik bazlı eğitimler veriyorum. Ürün eğitimlerini veya çalıştığımız alanlarla ilgili bilimsel eğitimleri medikal departmanımız veriyor. Şirketin bir yetkinlik seti var, bu yetkinlik setinde yer alan başlıklara dair eğitimler hazırlayıp sunuyoruz. Bunun içinde yenilik, yaratıcılık, kişisel dayanıklılık, stratejik yönetim, swot analizi eğitimi gibi eğitimler var.


İleride bir şeyler yayınlamak ister misiniz, böyle hayalleriniz çalışmalarınız var mı?

Vallahi ben isterim de yayınevlerinin ilgisini çeker mi, onlar da ister mi bilmiyorum. Bu benim kendimi en çok suçladığım konulardan bir tanesi, çünkü çok ihmal etmişim. Kendini ne zaman en iyi ve en mutlu hissediyorsun diye sorsanız iki şey söylerim: Biri konuşmak yani birilerine bir şeyler anlatmak, diğeri ise kesinlikle yazmak! Yazı yazarken kendimi çok iyi hissediyorum. Oturup bir şeyler yazmaya başladığımda bütün dünyadan soyutlanabiliyorum.

Bu senenin başında, çoğu insanın karşı çıktığı bir tezimi anlatacak olsam nasıl anlatırım diye düşünerek 3-4 sayfalık bir diyalog yazmaya başlamıştım. Ankara’da tesadüfen tanışıp hayatıma giren bir kırtasiyeci abim var, hakikaten benim için abi olmuştur. Yazımı ona gönderdim. Kendisi bugüne dek yazdığım her yazıyı okuyan tek insan. “Abi, sence bundan bir hikaye çıkar mı? Ben buna devam edip etmeme konusunda kararsızım.” dedim. O da “Bence çok güzel bir hikayeye dönüşebilir İldeniz, sen buna devam et.” dedi. Ben de devam ettim. Meğer birinin beni cesaretlendirmesini bekliyormuşum. Bir hikaye olur dediğimiz o yazı bir romana dönüştü. Bitirdiğimde şansımı deneyeceğim, göndermeyi planladığım birkaç tane yayınevi var. Basarlar mı bilmiyorum ama basmazlarsa da problem değil ben kendime bastıracağım. Hayatımda ilk defa bu kadar uzun bir şey yazdım, bende bir kitap nüshası halinde kalmasını istiyorum. Eğer o basılırsa benim için çok büyük bir cesaret kaynağı olacak. Aklımda daha da büyütmek istediğim bir iki tane daha böyle hikaye var. Onlar için de, benim için de büyük, güzel bir işaret olacak. Tabii çok zaman istiyor bu yazma işi. Başta dedim ya “zaman yoksunu, fikir yorgunu bir adamım”. Gece saat 10-11 gibi oturabiliyorum başına, ertesi sabah da 6.30’da işe gideceğim düşünülürse... Bu zaman aralığında ne kadar yazabilirsem... Şu ana dek 340 sayfayı nasıl yazdım, ben de bilmiyorum.


İş hayatınızı da olumlu etkilemiştir diye tahmin ediyorum. Hatta bazı şirketler çalışanlarının hobi edinmeleri için destekliyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?


Bence kesinlikle çok etkilidir çünkü farklı bir şeye kafa yorduğunuzda zihniniz açılıyor ve asıl işinizle alakalı konuları daha farklı düşünmeye başlıyorsunuz. Yazmak bilhassa böyle bir şey, özellikle ne yazdığınıza bağlı olarak da değişir bence. Ben bugüne kadar hiç yaşamadığım bir sürü olay yazıyorum. Bunların her birini hayal etmem, kurgulamam gerekiyor. Benim oradaki karakterin yaşadığı şeyi düşünmem bile bir olaya bakış açımı değiştirebiliyor. Oysa buna hayatımda hiç yer vermediğimde düz bir insan olup rutine kendimi daha çok kaptırma ihtimalim oluyor. Mesela ben müzikle ilgilenen insanlara hayranım. Söz yazmanın, beste yapmanın zor bir şey olduğuna inanıyorum. Yaratmaya çalışan, ortaya bir şey çıkarmaya çalışan insanların farklı hayatları oluyor. Diğer kısmına gelince; olumsuz bakmak istemiyorum ama firmalar, işe katkısını ölçemedikleri için bu tür uğraşları çok da desteklemiyor bence. Ben bugüne dek birkaç farklı firmada, hatta bunun içinde global firmalar da var, müzik yapamadığı için ayrılıp kendini tamamen o kariyere yönlendiren insanlar gördüm. Belki de bir yerden sonra doğru olan budur.


Şirketler değişim sürecindeler, bence bu süreçte destek verebilirler.


Kesinlikle değişmeliler. Geçmişte ciddi yeniliklere, buluşlara imza atmış insanları inceleyin. Hepsinin hayatında bir aktivite var. Örnek olsun diye söylüyorum, Einstein inanılmaz felsefe okumuş, ciddi kafa yormuş ve ben felsefenin onu çok etkilediğinden eminim. Bizim hala bugün fizikle ilgili akıl edemediğimiz çalışmaları var. Yanlış hatırlamıyorsam Steve Jobs'ın kaligrafiye ciddi bir ilgisi var. Eğitim almış, zaman ayırmış. Apple’da yaptığı bütün o tasarımları ciddi etkilediği söylenir. Apple'ın tasarımlarındaki başarısında Steve Jobs’ın bu yönünün katkısı olduğundan bahsedilir. Ben çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama tüm üst düzey yöneticilerin bu tarz faaliyetlere yeterince sıcak bakmadığını da söyleyebilirim üzülerek.


İş hayatındaki değişim sürecine nasıl hazırlanmalıyız, neleri öngörebiliriz?


Bence öngörmek çok zor. Çok hızlı değişen ve gelişen bir sürecin içerisindeyiz ve her gün başka bir şey giriyor hayatımıza. Bence öğrenmeye ve anlamaya kafa yormak gerekiyor. Sizin döneminizde bu daha da ayyuka çıkmış olacak. Bizden bir önceki nesil daha rahatmış. Öyle ki, üniversitede aldıkları eğitim, kimilerine emekli olana kadar yetebiliyormuş, ekstra bir şey öğrenme ihtiyacı duymuyorlarmış. Biz kesinlikle duyuyoruz, ben şu an birçok şeyi öğrenmek zorunda hissediyorum. Siz bunu daha da çok hissedeceksiniz çünkü bilgiye erişim imkanı arttıkça, sürekli yeni bir şeyler öğrenmek zorunda olacaksınız. Mesela bir eczacının kendini teknolojik terimlere hazır hale getirmesi lazım çünkü yazılımcılarla, biyogenetikçilerle birlikte çalışacağınız için, onlarla aynı dili konuşabiliyor olmanız gerekecek.


Dünya, senelerce bir alanda uzmanlaşmayı kutsamış ama yavaş yavaş o çağ tersine dönüyor. Herkes diyor ki “Bir alanda uzmanlaşırsan eksiksin, pek çok alanda fikir sahibi ol, birinde daha çok fikir sahibi ol dönemi başladı.’’.

Ben burada farklı bir şeyi daha savunuyorum. Geçerliliği belki birilerince tartışılır ama ben sevgiyi çok önemsiyorum. İnsanı, doğayı, içinde yaşadığın bu dünyayı, evreni yürekten sevmeyi başarabilirsen zaten geri kalan her şey otomatikman gelecek. Böylece nasıl düzeltebilirim, nasıl daha iyi hale getirebilirim diye düşünmeye başlayacaksın. O sorular da birtakım cevaplar vermeye başlayacak. Değişim sürecine hazırlanmak için kritik nokta olarak bunu görüyorum.


Kendimizi ne kadar geliştirirsek geliştirelim bazen işler yolunda gitmeyebiliyor sanki biraz da şans gerekli.


Orada şöyle bir şey var Büşra, ben ilk defa ‘‘Kendi Kendine MBA’’ diye bir kitapta görmüştüm. İşletmede “fırsat maliyeti” diye bir kavram var. O kavram diyor ki ‘‘Siz bir şey için kaynak ayırmayı tercih ettiğinizde, diğer şeyler için kaynak ayırmamayı da tercih etmiş olursunuz.’’. Bunun farkında olmanız lazım ve bunu değerlendirebiliyor olmanız lazım. Burada bilmiş bilmiş konuştuğuma bakmayın, ben bu konuda çok zayıfım. En azından farkında olmak için anlamaya çalışıyorum.


Bir eczacılık öğrencisi bana bir gün dedi ki “Ben adalet okumayı düşünüyorum, tavsiye eder misiniz?”. Dedim ki “Bu çok anlamlı bir soru değil. Neden değil çünkü neye istinaden tavsiye edebilirim, adalet okumayı neden istiyorsun?”. Aynen şu cevabı verdi: ‘‘Çünkü çok fazla sayıda insan adalet okuyor.’’. Dedim ki ‘‘Bu hiç geçerli bir cevap değil! Çok fazla insanın şu an adalet okuyor olması hiçbir anlam ifade etmiyor hatta bana sorarsan adalet okumanın değerini azaltıyor. Çok fazla insan var zaten bunu yapan, sana ne fark kazandıracak? Ama sen ‘Ben adalet okumaya başlayacağım sonra hukuka geçiş yapacağım. Mezun olduktan sonra da ilaç hukuku üzerine çalışacağım, sektöre bu şekilde girmeyi planlıyorum.’ dersen ve ilaç hukukunun senin için gerçekten doğru alan olduğuna inanıyorsan güzel bir plan.”. Biz o kadar çok şeyi düşünmeden yapıyoruz ki. Ben toksikoloji doktorası yaptım, bunun en bariz örneğiyim. 6 senem gitti. Şimdi diyorum ki kendi kendime “İldeniz niye 6 seneni böyle bir şeye harcadın?”. Şimdi bambaşka bir şey yapıyorum. Ben o sürece girerken yeterince oturup düşünmedim ki.



Hoş sohbetiyle, güler yüzüyle ve verdiği samimi cevaplarla değerli vaktini bizim için ayıran İldeniz Aksu’ya çok teşekkür ederiz. Hayat yolculuğunda huzur, mutluluk ve başarının daim olmasını diliyoruz.


Hazırlayan: Büşra Daşdemir


Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page