top of page
Yazarın fotoğrafıinPharma Dergi

Güzellik Algısı ve Kolajen


İnsanlık tarihi boyunca güzellik kavramı farklı dönemlerde farklı şekillerde incelenip yorumlanmıştır. Güzellik, doğayla ve çevrenin kendisiyle ilişkilendirilmiştir. Güneşin doğuşu ve batışı, yıldızların parıltısı, çiçeklerin zarafeti insana ilham olan etmenlerden sadece birkaçıdır. Zaman geçtikçe topluluklar ve medeniyetler kurulmuş, güzellik algısı da zamanın kendisi gibi değişmiş ve evrilmiştir.


Antik Yunan’da güzellik sanatla anlam kazanmıştır. Sanat, Antik Yunan için güzellik ve uyumun dengesidir. Yunan mitolojisinde güzelliğiyle Truva Savaşı’na sebep olan Helen ve yine aşkın simgesi olan Afrodit’in Antik Yunan tarihinde kapladığı büyük yer; o dönemde güzellik kavramının hafife alınmayacak bir öneminin bulunduğunu anlatmaktadır.

Orta Çağ’da ise güzellik, din ve tanrı inancıyla ilişkilendirilmiştir. Dönemin estetik dışavurumu kimi zaman kilise, katedral ve manastır gibi ibadet alanlarında görülürken zaman biraz ilerleyip Rönesans Dönemi’ne geçildiğinde güzellik kavramı yapılan eserlerle karşımıza çıkmaktadır. Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa tablosu o dönemin güzellik anlayışını sembolize ederken, Michelangelo'nun Davut heykeli fiziksel güzelliği ve ihtişamı ifade eder.



Bir kişiyi, nesneyi, durumu ‘güzel’ olarak adlandırabilmemizin ölçütü nedir? Güzellik kavramı herkesin kabul ettiği, objektif ve tartışılmaz bir olgu mudur? Oldukça soyut ve izafi bir kavram olan ‘güzellik’ için dar bir tanım yapmak ve kelimenin anlam sınırını belirlemek pek de mümkün değildir. Bu sebeple ‘güzellik’ sözcüğünün anlamına ve kökenine inmemiz bizlere bir miktar yardımcı olacaktır. Güzellik kavramı Türk Dil Kurumu güncel Türkçe sözlükte yer alan tanıma göre, “Estetik bir zevk, coşku, hoşlanma duygusu uyandıran nitelik; hüsün.’’ anlamlarına gelmektedir. Güzellik tanımında yer alan estetik kelimesi ise Antik Yunancada ‘duyulur algı’ anlamına gelen aísthēsis (αἴσθησις) sözcüğünden gelmektedir. Tanımlamanın yapıldığı kelimelere dikkat edersek kavramın nesnelliği konusunda yine net bir sonuca varamadığımızı görebiliriz. Güzellik, duyumsanır dış nesneyi ve dış nesneye yönelen bilinç etkinliğine işaret eder. Bu cümleden hareketle, güzelliğin bir ‘algı’ dan ibaret olduğunu söylememiz yanlış olmaz.


Güzellik algısı ve hakimiyet anlayışı bulunduğu döneme göre değişiklik göstermektedir. Bu hakimiyet anlayışı toplumun güzelliğe olan bakışını ve algılayışını büyük ölçüde yönlendirmektedir. Günümüzde bu hakimiyet medyanın elindedir. Özellikle tek yönlü iletişim sağlayan geleneksel medyanın yerini yeni medyaya bırakmasıyla birlikte sosyal medya mecraları, hayatımızda büyük yer kaplayan ve izin verdiğimiz ölçüde kararlarımızı etkileyen bir araç haline gelmiştir.

Sosyal medyada görünür olmanın yollarından birisi de güzel olmak ve güzelliğini sergileyebilmektir. Ancak medyanın ve kitlenin acımasızlığını göz ardı etmemek gerekir. Çünkü herkes medyanın onayını alabilecek kadar ‘güzel’ değildir. Hayatımıza bir şekilde dahil olan sosyal medyada güzel olanın övülerek yüceldiğini, toplumun ya da evrenselin güzellik standardına uymayan kişilerin ise arka planda bırakılarak ötekileştirildiğini ve güzelliği oranında değer gördüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Medyada yer alan isimler için oluşan güzel olma beklentisi, yine toplumsal ve evrensel normları oluşturan güzellik standartlarını esas alır.


Güzelliği bir algı olarak tanımlamamızdan dolayı, algılama ve onaylama öznel bir yargılamaya tabidir. Güzel olma, hoş görünme isteğimizin medya ve toplum tarafından onaylanma ihtiyacına bağlı olması yadsınamaz bir öneme sahipken sadece bu sebebe bağlı olduğunu düşünmemiz bir bakıma kendi istek ve ihtiyaçlarımıza karşı haksızlık olur.


Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin temelinde yer alan yeme-içme, barınma ve dinlenme gibi fizyolojik ihtiyaçlarının yanı sıra; piramitin daha üst kademelerinde yer alan güzellik, beğenilme ve saygı görme gibi sosyal ve saygınlık ihtiyaçları; tüketim olgusunun temelini teşkil etmektedir. Modern yaşamda güzel ve bakımlı olma bağlamında insan vücudu, özellikle yüz bölgesi, önemli bir vitrin görevi görmektedir. Bu sebeple insanlar pürüzsüz ve kırışıklıklardan arınmış bir cilt, selülitlerin bulunmadığı estetik açıdan güzel görünen uzuvlara sahip olmak ve sahip olduğu güzellikleri korumak adına tüketim harcamalarını bu yönde şekillendirmektedir. Bu harcamalar tüketim ve tüketici bağlamında ele alınırsa kişisel bakım alanının geniş bir yelpazeye yayıldığı gözlemlenmektedir. Kişisel bakım temel seviyede vücut, ağız ve diş, el ve ayak ile saç bakımının sağlanarak yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlamaktadır.



Kişisel bakımın sağlandığı ürünler olan kozmetik ise Türkiye mevzuatının 5324 sayılı kozmetik kanununa göre; insan vücudunun epiderma, tırnaklar, kıllar, saçlar, dudaklar ve dış genital organlar gibi değişik dış kısımlarına, dişlere ve ağız mukozasına uygulanmak üzere hazırlanmış, tek veya temel amacı bu kısımları temizlemek, koku vermek, görünümünü değiştirmek ve/veya vücut kokularını düzeltmek ve/veya korumak veya iyi bir durumda tutmak olan bütün preparatları veya maddeleri kapsar.


DERİ YAŞLANMASI


Yaşlanma, canlının olgunlaşma sürecini tamamlamasıyla beraber hücre rezervlerinin azalması, zayıflaması ve mevcut hücre fonksiyonlarının oluşum ve işleyişinin aksamasıyla seyreden karmaşık bir süreçtir. Bu aksamalar organizmayı yaşamla uyumsuzlaştırır. Yaşlanma, çeşitli faktörlerle birlikte fonksiyonlarda azalma, homeostatik bozukluklar ve ömrünü tamamlayan gen ve proteinlerdeki kümülatif harabiyet olarak tanımlanabilir. Kompleks yaşam sürecinin doğal bir parçası olan yaşlanmayla beraber metabolizma yavaşlar; vücut, detoksifikasyonunu eskisi gibi yapamaz. Vücutta zararlı etkilere neden olan serbest radikallerde artış görülür, hücre yenilenmesi yavaşlar, hücre ölümlerinde artış olur ve sonuç olarak yaşlanma süreci ilerler.


Yaşlanmanın nedenleri iki kökene dayanır: intrensek ve ekstrensek yaşlanma. İntrensek yaşlanmada genetik faktörler etkiliyken ekstrensek yaşlanmada çevre faktörleri etkilidir. Yapılan çalışmalara göre yaşlanmada genetik faktörlerin etkili olduğuna dair birçok delil bulunur. Saccharomyces cerevisiae (ekmek mayası), Caenorhabditis elegans (bir nematod) ve Drosophila melanogaster (meyve sineği), yaşlanma genetiği çalışmalarında sıkça kullanılan organizmalardır ve bu organizmalar üzerinde yapılan araştırmalarda yaşam süresinin genetik kontrolü hakkında birçok genetik mekanizma gözlemlenmiştir. Bu konuda memelilerde çok fazla bilgi olmamakla beraber, bu organizmalarda, TOR (Target of Rapamycin) sinyalinin yaşlanmayı hızlandırdığı; sirtuin genlerinin yaşam süresini uzattığı; AMPK (adenozin monofosfata bağımlı protein kinaz) aktivitesinin yaşlanmayı yavaşlattığı görüntülenmiştir. İnsan genlerinin çalışmalarıyla ilgili ilk bilgilerimiz, ekmek mayası ile yapılan moleküler biyoloji çalışmalarına dayanır. Çevresel kökenli ekstrensek yaşlanmada ise UV ışınları, kronik ışığa maruz kalma, sigara, alkol, kötü beslenme, kirlilik, serbest radikaller, atıkların birikmesi gibi olayların genler ve proteinlerimizin üzerinde yaptığı hasarların etkili olduğu düşünülmektedir.



İntrensek yaşlanmada deride dermiste destek dokuları oluşturan kolajen ve elastin yapımında azalma sonucu yaşlanan deride ince kırışıklılar, deride incelme ve cilt elastikiyetinde azalma, sarkmalar ve deri yağ yapımında azalma sonucu kuruluk gözlenir. Oluşan değişiklikler çoğunlukla derinin fonksiyonlarında olup estetik deri görünümünü çok az düzeyde etkiler. Ekstrensek yaşlanmada ise estetik deri değişimleri olan ince çizgiler ve derin kırışıklıklar, deride sarkmalar ve renk düzensizlikleri daha fazla düzeydedir. Gündelik hayatta ve kozmetik alanında, özellikle cilt yaşlanmasına neden olan en önemli dış etken UV (ultraviyole) dalgalardır. UV kaynaklı yaşlanmalar ‘fotoyaşlanma’ olarak adlandırılırken dış faktörlerin haricinde, vücudun yaşlanmasıyla paralel ilerleyen olaylar zinciri ‘kronolojik yaşlanma’ olarak adlandırılır.


Yaşlanmayla birlikte derinin dermal bileşenlerinde çeşitli değişiklikler oluşur. Artmış kolajen degradasyonu, azalmış kolajen biyosentezi ve anormal kolajen homeostazı net bir kolajen eksikliğine neden olur. Bu süreç, hem doğal hem de fotoyaşlanmış ciltlerde gözlenen cilt kırışıklığı ve elastikiyet kaybı gibi klinik değişikliklere yol açar.


KOLAJEN


Günümüzde tüketiciler, sağlık ve güzelliklerini iyileştirip korumak ve yaşlanmayı geciktirmek amacıyla kozmetik ürünlerin yanı sıra fonksiyonel bileşenlere, doğal ürünlere ve takviye edici gıdalara yönelmektedir. Endüstride yaygın olarak kullanılan fonksiyonel bileşenlerden birisi de kolajendir.


Kolajen, hareket sisteminin yapı taşlarını, özellikle kemik, lif ve eklemleri oluşturan proteindir. Çoğunlukla tendonlar ve ligamentler gibi lifli dokularda bulunan kolajen; kornea, kıkırdak, kemik, kan damarları, bağırsak ve omurlar arası disklerde de bol miktarda bulunur. Elastin, proteoglikanlar, glikoproteinler ve fibronektinlerin yer aldığı ekstraselüler matriksin ana bileşeni olan kolajen, vücuttaki toplam proteinlerin yaklaşık %25’ini oluşturur. Temel görevi bağ dokusunu desteklemektir. Kemik, tendon, deri, kan damarları ve korneada bulunur. Esneme özelliğinin bulunmamasının yanında mekanik etkilere dayanıklıdır. Bu sağlamlık ise üç peptid zincirinin birbirine sarılmasıyla birlikte oluşturduğu süper heliks yapılarının birleşerek paket halinde bulunan yapısından kaynaklanır.


Her peptit zinciri trimerinde ortalama 1050 adet aminoasit bulunur. Genellikle kolajenlerdeki amino asit sekansları, enerji depolama kapasitesi, sertlik veya esneklikle ilgili fonksiyonel özelliklerden sorumludur. Kolajen yapısında 19 adet farklı amino asit bulunur ve kolajendeki toplam aminoasitlerin yaklaşık %57’sini glisin, prolin ve hidroksiprolin oluşturur. Kolajende bulunan aminoasit dizisi büyük ölçüde tekrarlayan tripeptit birimidir (Gly-X-Y). Gly, glisin; X sıklıkla prolin; Y ise hidroksiprolindir. İnsanlarda bulunan ve literatürde rapor edilen en az yirmi farklı kolajen tipi vardır. Ancak vücuttaki kolajenlerin %80-90’ı tip 1, tip 2 ve tip 3 grubuna aittir. Diğer kolajen tipleri çok düşük miktarlarda, özellikle kalp kası, bağırsak mukozası, bazal membran ve akciğer gibi spesifik organlarda bulunur.



Tip I kolajen insan vücudunda en çok bulunan ve en dayanıklı olan kolajen tipidir. İki eşdeğer α1 ve α2 zinciri zincirinden oluşur. Başlıca deride, tendonlarda, kemikte, ligamentlerde ve bağ dokusunda bulunur. Tip II kolajen kıkırdak dokusunun başlıca kolajenidir. Üç adet α1(II) zincirinden oluşur. Kıkırdaktaki toplam protein içeriğinin %90-95'ini oluşturur. Etki mekanizması itibariyle, osteoartrit/romatoid artrit gibi eklem hastalıklarının tedavisinde kullanılır. Tip III kolajen ağ yapılı liflerden oluşmaktadır ve ekstraselüler matriksin temel bileşenidir. Üç α1(III) zincirinden oluşur. Genellikle Tip I kolajenle beraber bulunur. Cildin elastikiyetini ve sıkılığını sağlar. Kan damarında, yaralarda ve belirli tümörlerde bulunur.


KOLAJEN KAYNAKLARI


Kolajen ekstraksiyonu için yaygın olarak kullanılan hammaddeler; kemik, kıkırdak, tendon, deri veya postlardır. Ticari olarak üretilen kolajenlerin çoğu özellikle sığır ve domuz gibi memeli hayvanların yan ürünlerinden elde edilmektedir. Fakat, sığırlarda görülen deli dana hastalığı (BSE), şap hastalığı ve inanca dayalı kısıtlamalar gibi problemler, araştırmacıları kolajen için çeşitli hammadde arayışına yönlendirmiştir. Son zamanlar yapılan çalışmalarda kolajen eldesi için balık yan ürünlerinin kullanımı alternatif ve güvenilir bir kaynak olarak görülmektedir. Bunlar özellikle pul, deri ve yüzgeç gibi kolajence zengin yan ürünlerdir. Ayrıca kümes hayvanlarının kesim atıkları da kolajen ekstraksiyonu için hammadde olarak kullanılmaktadır. Yumurta kabuğu zarı önemli miktarda kolajen içeren ve yeterince kullanılmayan yan ürünlerden olup bu amaca yönelik yüksek potansiyele sahiptir. Kolajenin hammadde halinden uygulanabilir hale gelmesini sağlayan ekstraksiyon yöntemleri, hammaddeye göre çeşitlenir. Tuzla çöktürme, asit hidrolizi, enzimatik hidroliz, ultrason destekli kolajen ekstraksiyonu bu yöntemlerden birkaçıdır.


HİDROLİZE KOLAJEN


Hayvanın kemik ve derilerinden elde edilen büyük molekül ağırlıklı kolajen proteinin, enzimatik veya asit hidrolizi ile meydana gelen daha küçük molekül ağırlıklı, suda çözünen yapısına ‘hidrolize kolajen’ denir. Hidrolize kolajen (kolajen peptit) ile balık, domuz ve sığır derisi, tendonu ve ligamentlerinden yüksek oranda Tip I kolajeni elde edilmektedir. Bu yöntem ile üretilen kolajenin ortalama molekül ağırlığı 2000 ile 5000 Dalton arasındadır. Bu sebepten biyoyararlanımı ve sindirimi oldukça yüksektir. Hidrolize kolajenin molekül ağırlığı asit ve enzim hidrolizi ile yıkıma maruz bırakılarak, kozmetik ve besin destekli gıdalar (nutrasötik) uygulamalarında katkı protein olarak yaygın biçimde kullanılmaktadır.


Hidrolize kolajen; sığır, balık ve domuz olmak üzere üç çeşit kaynaktan elde edilmektedir. Kozmetik ve gıda sanayinde balık kaynaklı hidrolize kolajenin kullanımı, domuz ve sığır kaynaklı hidrolize kolajene kıyasla daha yaygındır. Bunun nedeni; domuz kaynaklı hidrolize kolajen Müslüman ülkelerde içeriği veya hammaddesi domuz olan ürünlerin kullanılmaması ve sığır kaynaklı hidrolize kolajende ise deli dana hastalığı (BSE) hastalığı ve şap hastalığı sebebiyle kullanılmamasıdır. Balık kaynaklı hidrolize kolajenin biyoyararlanımı sığır ve domuz kaynaklı hidrolize kolajenden daha yüksektir. Bu nedenle fonksiyonel içeceklerde balık kaynaklı hidrolize kolajen kullanımı daha fazla tercih edilmektedir.


HİDROLİZE KOLAJENİN İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ

Midori Tanaka ve arkadaşlarının 2009 yılında üzerine çalıştığı bilimsel çalışmalara göre hidrolize kolajenin emilim sonrasında gösterdiği ilk etki antioksidan iken ikincisinin biyolojik aktiviteler üzerine olduğu ortaya konmuştur. Kolajen; bağ dokuları ve eklemleri yenileyici tesiri olan, epidermis nem içeriğinin gelişimi ve derinin yaşlanmasını engelleyen biyoaktif bileşenleri tümüyle karakterize özellikler göstermektedir. Yapılan klinik çalışmalar doğrultusunda hidrolize kolajenin eklemleri güçlendirdiği, hasarlardan koruduğu, romatizma, osteoartrit gibi eklem rahatsızlıklarında meydana gelen ağrıları azalttığı ve kemik yoğunluğunu dikkate değer seviyede arttırdığı, derinin su tutma kapasitesini arttırdığı, cilt kusurlarında iyileşme sağladığı, fibroblast hücrelerinin gelişimini hızlandırdığı gözlenmiştir.

Tanaka ve arkadaşları, tarafından gerçekleştirilen günlük oral yol ile hidrolize kolajen alımı sonrasında UV-B ışınlarından zarar görmüş olan deri üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Araştırma süresince in vivo metot aracılığı ile su tutma kapasitesi ve biyoyararlılık ölçüm değerleri incelenmiştir. Bu incelemenin sonucunda hidrolize kolajenin beslenme bakımından yararlı olduğu, UV-B ışınlarından derinin zarar görmesini engellediği, derinin su tutma kapasitesini arttırdığı, foto-yaşlanma ve UV-B hasarına bağlı olarak meydana gelen cilt kusurlarında iyileşme sağladığı ortaya konulmuştur.

Japonya’da gerçekleştirilen benzer bir çalışmanın neticesinde hidrolize kolajen alan kadınların ciltlerinin nem düzeyi hidrolize kolajen almayan kadınlara kıyasla %28 daha yüksek olduğu kanıtlanmıştır. Buna ilave olarak 8 hafta boyunca besin yolu ile hidrolize kolajen alan kadınların %91’i ciltlerinin nem düzeyinin yükseldiğini ifade etmişlerdir. Fransa’da yapılan bir çalışmada ise 12 hafta boyunca hidrolize kolajen kullanan kadınların ciltlerinin esnekliğinin %19 düzeyinde arttığı ve küçük kırışıklıkların %26 düzeyinde azaldığı ortaya koyulmuştur. Bu çalışma doğrultusunda yapılan görüntüleme analizi sonucunda, kırışıklıkların hacminin %40, derinliğinin ise %23 azaldığı görülmüştür.


Kolajenin çeşitli endüstriyel uygulamalara sahip olması, kullanışlı biyomateryallerden biri olarak kabul görmesini sağlar. Tırnakların ve saçın kolay kırılması, ciltte yaşla uyumlu olmayan kırışıklık, yorgunluk ve kas güçsüzlüğü, eklem ağrıları gibi belirtiler ile eksikliği gözlemlenen kolajenin; 20’li yaşların sonundan itibaren, doktor ve eczacı tavsiyesi dahilinde kullanımı önerilir. Kesin bir sonuç alınamasa da vücutta kolajen fazlalığının sindirim sistemi üzerinde olumsuz etkilerinin bulunduğu, midede hassasiyet, karında şişkinlik hissiyatı gibi hafif yan etkileri kullanıcılar tarafından bildirilmiştir. Bu nedenle herhangi bir takviyeye başlamadan ve mevcut takviyenin dozunu değiştirmeden önce sağlık çalışanlarına danışmak önemlidir.


Hazırlayan: Ayşe Dila Yerli


Kaynaklar:


(2023, June 16). Retrieved December 2, 2023, from http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/1458.html

25771 sayılı Resmi Gazete. (2005, 03 30). Kozmetik Kanunu (2005). Resmi Gazete.

ATA, Ö., & TAVMAN, Ş. (2019). Kolajen ekstraksiyon yöntemlerinin karşılaştırılması. GIDA, 44(3), 383-395. 10.15237/gida.GD18112

AYDEMİR, E. H. (2013). Deri Yaşlanması. Okmeydanı Tıp Dergisi, 29(2), 89-93. 10.5222/otd.supp2.2013.089

Çelik, B. (2022). The Development Process Of Soap And Cosmetic Products From Past To Present. Eurasian Academy of Sciences Social Sciences Journal, 41, 16-25. 10.17740/eas.soc.2022.V41-02

Gambrel, P. A., & Cianci, R. (2003). Maslow's Hierarchy of Needs: Does It Apply In A Collectivist Culture. Journal of Applied Management and Entrepreneurship, 8(2), 143.

Gündüz, A. (2016). Boyanmanın Toplumsal İşlevi. Sanat ve Tasarım Dergisi, 6(1), 147-167. 10.20488/www-std-anadolu-edu-tr.291261

Kışlalıoğlu, S. (2005). Kozmetik Bilimi (Y. Yazan, Ed.). Nobel Tıp Kitapevleri

Türk Dil Kurumu Sözlüğü. (2011). Türk Dil Kurumu Sözlüğü. tdkterim.gov.tr/bts


Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page