Yaşamın devamı için hayati öneme sahip olan kan, kritik vücut bileşenlerinden biridir. Geçmişten günümüze sağlığın ve yaşamın temel simgesi olarak kaynağı insan olan ve elde edilmesi için başka alternatifi bulunmayan, eşsiz bir tedavi aracı olarak bilinmektedir. Oksijen ve besin maddelerinin taşınması, atıkların uzaklaştırılması ve immün sisteminin desteklenmesi gibi birçok hayati fonksiyonda görev alır.
Olası bir kan kaybı durumunda ya da kanın belirli bileşenlerinde eksiklik olduğunda, vücudun normal işleyişi ciddi şekilde bozulur. Kanın bu eşsiz özellikleri, onu tıbbi müdahalelerde vazgeçilmez kılar. Tedavi edici başka seçeneğin olmadığı kazalar, savaş ve afetler, suç girişimleri, hemofili, lösemi, aplastik anemi gibi kronik hastalıklar, cerrahi operasyonlar, doğum komplikasyonları ve kan hastalıkları gibi durumlarda kan transfüzyonu hayat kurtarıcı bir işlem olarak öne çıkar.
Kan transfüzyonu (nakli), hastaya uygun kan veya kan bileşenlerinin verilmesi işlemi olup hayat kurtarıcılığının yanında hastaların iyileşme sürecinde kritik bir role sahiptir. Kan bankaları ve bağışçılar aracılığıyla sağlanan kan, doğru bir şekilde sınıflandırılarak ve test edilerek hastalara ulaştırılır. Bu süreçte, kan gruplarının doğru belirlenmesi ve uygun kanın seçilmesi transfüzyonun başarısı için temel unsurlardır.
Günümüzde tıp ve teknoloji alanındaki tüm gelişmelere rağmen kan, kan bileşenleri ve kandan elde edilen ürünlerin yerine geçebilecek alternatif bir tedavi aracı bulunamamıştır. Bu nedenle dünyada kan transfüzyon hizmetleri sistemli bir şekilde yürütülmektedir. Bu hizmetlerden biri olarak donasyon kan bankacılığı; gönüllü, düzenli, bilinçli, karşılık beklemeksizin güvenli bir şekilde kanın toplanmasını; toplanan kanlara gerekli laboratuvar işlemlerinin yapılmasını, kanın saklanmasını ve hastanelere ulaştırılmasını içermektedir. Kanın hastalar için kullanılması ve kullanıldıktan sonra kayıt altına alınan bilgilerin takip edilmesini kapsayan hizmetler ise transfüzyon kan bankacılığı adı altında yapılmaktadır.
17. yüzyılda William Harvey’in kan dolaşımı fizyolojisi konusunda bilgi vermesinin ardından 1665 yılında İngiliz fizyolog Richard Lower tarafından bir hayvandan diğerine kan nakli gerçekleştirilmiştir. İnsandan insana kan nakli ise 19. yüzyıl başlarında İngiliz kadın doğum uzmanı James Blundell tarafından yapılmıştır.
Ülkemizde ise kan transfüzyonu ile ilgili ilk çalışmalar 1921 yılı itibariyle Prof. Dr. Burhanettin Toker tarafından başlatılmıştır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde, 1938 yılında ilk transfüzyon gerçekleşmiştir.
Çeşitli hastalıklarda kurtarıcı değere sahip olan kan transfüzyonun değerini anlamak, gönüllü kan bağışçılarını kutlamak ve gönüllü kan ihtiyacı konusunda toplumun dikkatini çekmek amacıyla her yıl “14 Haziran Dünya Gönüllü Kan Bağışçıları Günü” olarak kutlanmaktadır. Bu günün 14 Haziran’da kutlanmasının nedeni ise AB0 kan sistemini bulan Nobel ödüllü bilim insanı-immünolog Karl Landsteiner’i doğum gününde anmaktır.
Tıp dünyasında önemli bir yere sahip olan bu özel günün temelini oluşturan AB0 sistemi hakkında bilgi sahibi olmamızda fayda var.
Kan Grubu Sınıflandırılması
Kan grubu; kanda bulunan kırmızı kan hücrelerinin (eritrositlerin) üzerinde bulunan antijen çeşitlerine göre yapılan bir sınıflandırmadır. Bu sınıflandırma AB0 ve Rh sistemleri üzerinden yapılır. Kandaki eritrositlerin üzerinde birçok antijen çeşidi bulunmaktadır. Bu antijenlerden en önemli ve güçlü olanları AB ve Rh antijenleridir. Bu nedenle grubu sınıflandırması bu iki antijen grubu üzerinden değerlendirilmektedir.
AB sınıflandırmasına göre kişinin kanında A antijeni varsa A kan grubu, B antijeni varsa B kan grubu, hem A hem B antijeni varsa AB kan grubu, A ve B antijenlerini içermiyorsa 0 kan grubu olarak nitelendirilir. A antijeninin de kendi içerisinde farklı tipleri bulunur. Bunlar içerisinde en baskın ve sık rastlananı A1 antijenidir. A1 antijenine tüm A antijenleri içerisinde %90 oranında çoğunlukla rastlanır.
Kandaki eritrositler üzerinde 50 civarında Rh antijeni bulunmaktadır. Bunlardan en önemli ve baskın olanı Rh(D) antijenidir. Kişinin kanındaki eritrositlerde Rh(D) antijeni varsa Rh(D) pozitif olarak değerlendirilir. Eğer bu antijeni kanındaki eritrositler içermiyorsa Rh(D) negatif olarak değerlendirilir. Dünyada insanların yaklaşık %85’i Rh(D) antijenine sahipken %15’i Rh(D) antijenine sahip değildir. Genellikle ABO Kan grubunun bir parçası olarak iki test beraber çalışılmaktadır. Bireylerin kan grubu bu sistemlere göre belirlenir ve transfüzyon sırasında uyumluluğun sağlanması konusunda büyük önem taşır.
A-B ve Rh antijenlerine göre kan grubu sınıflandırması yapıldığında 8 adet kan grubu karşımıza çıkmaktadır.
Kan her biri ayrı fonksiyona sahip son derece spesifik yapılardan oluşmuş bir bütün canlı dokudur. Sağlıklı bir kişinin kan vermesi organlarından bir bölümünü bağışlaması olarak da tanımlanabilir. Kan transfüzyonu aslında bir doku, bir organ transplantasyonudur. Modern kan transfüzyon tedavisinde amaç öncelikle replasman, yani eksikleri yerine koymaktır.
20. yüzyılın başlarından itibaren kan gruplarının tanınması, antikoagülasyon sorununun çözülmesi, steril tekniklerin geliştirilmesi ve ekipman sorununun teknik olanaklarla çözülmesi sonucunda “transfüzyon tıbbı” olarak adlandırılan bir bilim dalı doğmuştur.
Modern anlamda transfüzyon tıbbı, tam kan yerine kanın sadece hastaya gerekli komponentlerinin belirlenip uygulanması prensibi üzerinden hareket eder.
Günümüz tıbbında kan, parenteral bir solüsyon olarak kullanılmaktan çıkmış; her parçası işe yarayan bir ilaç gibi düşünülmeye başlanmıştır. Bir ünite kan, komponentlerine ayrıldığında birden fazla hastanın hayatını kurtarabilmektedir. Ayrıca hasta için gerekli komponentin ayrılarak konsantre edilen ürünün transfüze edilebilmesi tedavinin başarısını artırır, komponentlerin yan etkileri azaltır.
Kök Hücre Bağışı
Kan transfüzyonu gibi hayat kurtarıcı bir diğer uygulama ise lösemili kişilerin tedavisinde kullanılan kök hücre bağışıdır. Kök hücre bağışı, kan hücrelerinin yapımını sağlayan ana kök hücrelerinin sağlam bir bireyden (Kök Hücre Bağışçısı) alınarak hasta kişiye nakil edilmesidir. Böylece lösemi hastası bir bireyde normal kan yapımı sağlanmış olur.
Kök hücreleri, kemik iliğinde üretilir ve zamanla olgun kan hücrelerine dönüşür. Bunlar tüm kan hücrelerinin öncü hücreleridir. Kök hücreler devamlı olarak kendini yenileyebilme özelliğine sahip olduğu için bağış işleminden sonra bağışçının kök hücreleri belirli bir sürede tekrar eski sayısına ulaşır. Nakil amacıyla kullanılan kök hücreler kemik iliği, kan ve göbek kordonu olmak üzere üç kaynaktan elde edilir.
Kök hücre tedavisi alanında her geçen gün yeni gelişmeler olmaktadır. Bu gelişmeler ışığında pek çok hastalığın iyileştirilmesinde kök hücre tedavisi uygulanmaktadır. Kök hücre tedavisi sıklıkla şu hastalıkların iyileştirilmesinde kullanılır: Kemik iliği kanserleri, lenfoma, Hodgkin lenfoma, lösemi, anemi, akdeniz anemisi, organ kanserleri, plazma hücre hastalıkları, kemik iliği yetmezliği. multiple myeloma, kalıtsal ve doğumsal kan hastalıkları, immün yetersizliğe bağlı gelişen hastalıklar ve kalıtsal metabolik hastalıklar.
Türk Kızılayı ve Sağlık Bakanlığı arasında imzalanan Kök Hücre Protokolü çalışmaları gereği olarak Kızılay; “Kök Hücre Bağışçısı” kazanır. Kök hücre bağışçılarından alınacak bir tüp kan, Sağlık Bakanlığı’nın belirlediği merkez laboratuarlara gönderilir. Veri tabanında kayıtlı bağışçılardan herhangi bir tanesinin doku tipleme testleri, kemik iliği nakli bekleyen herhangi bir hastayla uyuştuğu anda, bağışçıya ulaşılacak ve kemik iliğinin alınması için davet yapılır.
Kök hücre bağışında, periferik kök hücre toplama ve kemik iliği bağışı yöntemi olmak üzere iki yöntem uygulanmaktadır. Seçilecek yöntem konusunda bağışçı adayının tercihi ön planda tutulmaktadır. Bazı durumlarda ise hastanın ve bağışçı adayının sağlık durumu göz önünde bulundurularak nakil merkezi tarafından hangi yöntemin seçileceğine karar verilebilmektedir.
Periferik kök hücre toplama yöntemi daha çok tercih edilmektedir. Bu yöntemde bağışçıya 4-5 gün büyüme faktörü denilen ilaçlar verilir ve kan hücre ayıracı olan aferez aleti yardımı ile kol damarından kök hücreler toplanır ve ayrılıp torbaya aktarılır. Kalan kan bağışçıya diğer kolundan geri verilir. Bu işlem yaklaşık 3-4 saat sürer. Periferik yöntemde, bağışçının hastaneye yatması gerekmemektedir, anesteziye ihtiyaç duyulmaz. Periferik kök hücre bağışında, aşı uygulaması sonrasında kök hücre toplanmasının ardından; geçici halsizlik hissi, ateş, geçici grip benzeri belirtiler, genel vücut ağrıları görülebilir. Kök hücre bağışladıktan sonra yan etki yaşama olasılığı düşüktür ve bu etkiler de 1-3 hafta içinde kaybolur.
Veriler
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, dünya genelindeki yıllık yaklaşık 118,5 milyon ünite kan bağışının yüzde 40'ı dünya nüfusunun yüzde 16'sına ev sahipliği yapan gelir seviyesi yüksek ülkelerden sağlanıyor. Bu ülkelerde kan bağışı oranı yüzde 3,1 olarak öne çıkarken, orta gelirli ülkelerde bu oran 1,6'ya, düşük gelirli ülkelerde yüzde 0,5'e kadar geriliyor.
Türk Kızılayı, Türkiye'de kan bağışının 2022'nin ilk çeyreğinde Kovid-19 salgını öncesi dönemleri yakaladığını açıklamış, salgının etkisine rağmen Türkiye'de rakamlar, 2020'de 2 milyon 429 bin 302 ünite, 2021'de 2 milyon 751 bin 692 ünite olarak gerçekleşmiştir. Türkiye'nin yıllık yaklaşık 3 milyon ünite kan bağışına ihtiyacı olduğu kaydediliyor. Uzmanlar, 18-65 yaş aralığında 50 kilogramın üzerindeki her sağlıklı bireyin kan bağışçısı olabileceğine işaret ediyor.
Gelişmiş ülkelerdeki kan bağış oranlarının aksine maalesef ülkemizdeki kan bağışı oranları oldukça düşüktür ve bunun en büyük sebeplerinden biri ne yazık ki toplumun ön yargılardır. Genel olarak toplumumuzda kan bağışı sonucunda “kansız kalınacağı” düşüncesi hakimdir. Ancak kan bağışında bulunmak isteyen bireyler dikkatlice değerlendirilmekte ve sadece şartlara uygun iseler kan bağışında bulunmalarına izin verilmektedir. Dolayısıyla kan bağışında böyle bir risk kesinlikle bulunmamaktadır.
Kan bağışında bulunmak isteyen kişiler nabız ve tansiyon kontrolü, HIV, Hepatit B, Hepatit C ve Sifilis gibi hastalıkların taramasından geçer. Bağışçının 18-65 yaşları arasında olması, tok olması, bulaşıcı hastalığı bulunmaması ve en az 2 hafta öncesine kadar antibiyotik kullanmamış olması gerekmektedir.
Kan bağışının zararı bulunmamasının yanında yararları vardır. Düzenli olarak kan bağışında bulunmak kişinin kan hücrelerinin yenilenmesine olanak sağlamaktadır. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki kan vermenin stresi azaltmak, duygu durumunun stabilizasyonu, baş ağrısını azaltmak, fiziksel sağlığa katkıda bulunmak gibi faydaları da vardır. Bunların yanında kan vermenin kalp hastalığı ve kalp krizi riskinde azalmaya da yol açtığını gösteren çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Yüksek tansiyon tanısı ile takip edilen hastaların bir yıl boyunca düzenli aralıklarda kan bağışı yapmalarının tansiyonlarına olumlu yönde etki ettiği de gösterilmiştir. Düzenli kan vermek aynı zamanda kolesterol ve LDL-kolesterol seviyelerinde de belirgin düşüşe sebep olarak kalp hastalığı riskinden korunmaya yardımcı olmaktadır. Kan vermenin bazı kanser türlerine yakalanma riskini de azalttığı düşünülmektedir.
Kan bağışlayarak hastalıkların sonucunda oluşabilecek kan ihtiyacını gidererek, kaza sonrası kan kayıplarından anemiye, kanser hastalarından talasemi hastaları gibi düzenli kan transfüzyonu alan kişilere ve hemofili hastaları gibi pıhtılaşma faktörüne ihtiyaç duyan hastalara kadar sayısız kişinin hayatına dokunabiliriz. Bağışlanan kan sadece tek bir hastaya fayda sağlamakla kalmayıp yazıda bahsettiğim gibi aynı zamanda komponentlerine ayrıştırılarak birden fazla hastaya da yardımcı olabilir. Bu yüzden kan bağışlamak, hayat kurtarmak ile eş değerdir. Bir gün kana ihtiyacı olanın kendimiz olabileceğimizi unutmamalıyız. Hayat kurtarıcı bir işlem olan kan nakli, ihtiyaç sahibi birine verilebilecek en güzel hediyedir.
Hazırlayan: Ayşe Dila Yerli
Kaynakça:
Kan ve Kan Ürünleri Transfüzyonu, Seyhan Ördekçi, Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kan Merkezi, İstanbul. https://cms.galenos.com.tr/Uploads/Article_23959/BTD-2-113.pdf
Akkuş, Z., Çelik, Y., Saicı, Ö., Daşdağ, M., ve diğerleri. (2005). Hastane Personelinin Kan Bağışı Hakkındaki Bilgi, Tutum ve Davranışlarının Çok Değişkenli Lojistik Regresyon Yöntemiyle İncelenmesi. Journal of Turgut Ozal Medical Center, 12(1), 25-29.
https://www.aa.com.tr/tr/saglik/dunya-nufusunun-yuzde-16sina-sahip-gelismis-ulkeler- kan-bagisinin-yuzde-40ini-yapiyor/2613120
Commentaires