top of page
  • Yazarın fotoğrafıinPharma Dergi

10 Kişiden 1'inde: Polikistik Over Sendromu

 Bugün sosyal medya içeriklerine sıkça konu olan;  doktor, diyetisyen, eczacı gibi sağlık profesyonellerinin üzerine uzmanlaştığı ve kadınların kendi arasında konuşurken doğru ve yanlışın sıklıkla birbirine karıştığı sağlık problemlerinden biri hakkında konuşacağız. Konumuz: “Polikistik Over Sendromu”.


 Polikistik Over Sendromu’na (PKOS) dair kabul edilen ilk tanımlamanın 1935 yılında (Stein & Leventhal, 1935) yapıldığı düşünülünce bu hastalığa dair halkın bilgilendirilmesi konusunda biraz geç kalındığı söylenebilir.


 İstatistiklere göre reprodüktif dönemdeki (üreme çağındaki) kadınlarda %5-10 kadar yüksek prevelanslarda seyreden (Hassan, A., & Gordon, C. M., 2007)  PCOS’un patofizyolojisine, tanı kriterlerine ve tercih edilen güncel  tedavi rejimlerine beraber bir göz atalım.


PKOS Tanı Kriterleri 


PKOS adı bize, tanı kriterlerinden biri olan ultrasonografi sonucu görülen polikistik over (PKO) görüntüsünü işaret etse de sağlıklı bireylerde de bu görüntüye rastlanılabilmesinden ötürü tanı koymak için yeterli bir veri değildir. 


 Ultrasonografide overin periferine yerleşmiş olan 2-8 mm boyutlarındaki çoklu (poli) folikül görüntüsü polikistik over görünümü olarak tanımlanmaktadır (HORTU, İ., & Karadaş, N. ,2017).



 Bugün hekimlerin tanı koyarken belli standartları takip edebilmeleri için sağlık otoriteleri tarafından tanımlanmış kriterler mevcut fakat doğru tanı için bu kriterler öncesi diğer hastalıkların dışlanması temel prensiptir.


NIH (National Institute Of Health)‘ın 1990 yılında PKOS için belirlediği kriterler aşağıdaki gibidir: 

  • Kronik anovulasyon*

  • Klinik ve biyokimyasal hiperandrojenizm** bulguları

  • Diğer nedenlerin dışlanması (hiperprolaktinemi, tiroid fonksiyon bozukluğu, cushing hastalığı, konjenital adrenal hiperplazi (KAH), vb) 


*anovulasyon: yumurtalıktan oosit salınamaması, yumurtlayamama durumu. 

**hiperandrojenizm: erkeklik hormonlarının görece fazlalığı. 


 Bu kriterler 2003 yılında Rotterdam’da gözden geçirilmiş ve bir güncellemeye gidilmiştir. Bu durumda aşağıdaki üç kriterlerden ikisinin varlığı tanı konulması için yeterli görülmektedir.


Rotterdam Kriterleri (2003): 

- Oligo-anovülasyon*

- Klinik ve/veya biyokimyasal hiperandrojenizm  bulguları

- Polikistik overler ve diğer nedenlerin dışlanması 

*oligo-anovulasyon: yumurtlamanın tamamen yok olmadığı ancak düzensiz olduğu durumdur.


PKOS Patofizyolojisi


 PKOS’u ortaya çıkaran nedenler henüz kesin olarak belirlenememiş olsa da çok sayıda sistemi ilgilendiren ve tetikleyicisi olduğu ikincil hastalıkların da tedavide odaklanılması elzem olan bu patogenezi multi-sistemik endokorino-metabolik bir hastalık olarak tanımlamak yerinde olacaktır.


 PKOS’un en sık karşılaşılan göstergelerinden biri biyokimyasal testlerde görülen ve tanı kriterlerinde hiperandrojenizm olarak gördüğümüz testosteronun görece yüksekliğidir. PKOS’lu hastada FSH ve LH salgıları arasındaki regülasyonun bozulduğu izlenmiştir. Luteinleştirici Hormon (LH), Folikül Stimüle Edici Hormon’a (FSH) göre daha fazla salgılanır. Artmış LH ile hipotalamusa yapılan negatif feedback sonucu ovulasyon yapımı olumsuz etkilenir ve anovülasyon ya da oligomenore dediğimiz yumurtlama bozuklukları ile karşılaşırız (Alexander, Tangchitnob, & Lepor, 2009). 




 PKO görünümü de aslında bu FSH-LH regülasyon bozukluğundan kaynaklanmaktadır. Androjenler hem dişi hem erkek cinsiyet hormonlarına dönüşme potansiyeli taşırlar. Bu noktada yolağın hangi kısma yöneleceğine androjenlerin konsantrasyonu karar verir. PKOS’lu hastadaki düşük seviyelerde seyreden FSH, sürekli olarak yumurta oluşumunu uyarsa da foliküllerin ovulasyon evresine geçmesi için yeterli olmaz. Bu durumda gelişemeyen foliküller kistler halinde bir birikime gider (Yıldırım, 2011). Yayınlarda hirsutizm olarak görebileceğiniz erkek tipi kıllanma, yoğun saç dökülmesi , yağ dokuda artış (obezite) ve sivilcelenme durumları da hiperandrojenizmin gözle görülür olumsuz sonuçlarındandır. 


 PKOS’lu hastalarda sık görülen ve hayat kalitesini büyük oranda etkileyen bir diğer konu da PKOS’un obezite ve insülin ile olan ilişkisidir. Bunlar ayrı başlıklar olarak da işlenebilir fakat yazımız boyunca konuştuğumuz her antite gibi bunlar da birbirlerini besleyen bir sistemin parçası halindedir. Hemen örnekleyelim: 

Şaşırtıcı gelebilir fakat yumurtalıklarda insülin ve insülin benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1) reseptörleri bulunmaktadır (Anttila, L., Ding, Y. Q., Ruutiainen, K., Erkkola, R., Irjala, K., & Huhtaniemi, I. ,1991). İnsülin bu reseptörleri uyararak IGF-1 salgısına sebep olur. IGF-1 ise LH reseptör sayısını ve dolayısıyla bağlanma kapasitesini arttırır. Bu sinerjizma sonucu daha önce de bahsettiğimiz gibi overlerden androjen salınımını destekler. Bu noktada PKOS’u, insülin direncinin besleme durumu net bir şekilde belli değildir. Aynı belirsizlik obezite için de geçerlidir. PKOS’ta obezite(%50 oranında görülür) ve artmış insülin direnci sık rastlanan olgulardır ancak normal kiloda olup insülin direncinden muzdarip PKOS’luların sayısı da az değil. PKOS’lu hastalarda tipik olarak görülen yağlanma tipi (android tip) hekimlerin tanı koymasına yardımcı olur niteliktedir. 


  PKOS’un sinerjistik ilişkisi sebebiyle insülin direnci, obezite ve diğer metabolizma hastalıklarının kalıtımıyla ilişkilendirilebileceği yaygın ve mantıklı bir görüş olsa da  kesinlik kazanabilmiş değildir.  


 PKOS’un patogenezine dair yapılan çalışmalarda bu girift metabolizma bozukluklarında rol alan enzimler de incelenmiştir. Görülen sitokrom P450 c17* enzim defekti ile hiperandrojenizm sonucu ilişkilendirilmiştir (Gilling-Smith, C., Willis, D. S., Beard, R. W., & Franks, S. ,1994).


*Sitokrom p450 c17 alfa enzimi androjen üretiminde hız kısıtlayıcı niteliktedir. Bu enzimin anomalisi fazla androjen üretimiyle sonuçlanmaktadır.


 PKOS hastalarının dikkat etmesi gereken hayati öneme sahip konular arasında tromboembolik olaylar yer almaktadır. Hastalarda %70 gibi yüksek oranlarda görülen bozulmuş serum lipit profili (yüksek trigliserit ve LDL, düşük HDL değerleri) ve anormal koagülasyon (PKOS’un olmadığı olgulardaki gibi) tromboembolik olaylarla yakın ilişkilidir.




 Buraya kadar konuştuğumuz mekanizmalar da gösteriyor ki PKOS sanılanın aksine kadın üreme sisteminin fonksiyon bozukluğundan çok daha fazlasıdır. Bu konuda ufak bir araştırma yapmak dahi insan vücudunun bir dişli çark gibi çalıştığını ve bir taraftaki bozukluğun domino etkisiyle tüm sistemi etkilediğini bizlere gösterecektir. 


PKOS Tedavisi


 Tedavide yaşam tarzı değişiklikleri, medikal tedavi ve gerektiğinde cerrahi müdahale gibi seçeneklere başvurulabilir. En etkili bulunan yöntemler özellikle düzenli uyku ile melatonin yardımıyla kolesterol-stres seviyelerini düşürmek; glisemik indeksi düşük besinlerle kan şekerini-insülin duyarlılığını kontrol altına almak; düzenli egzersizlerle hem hormonal hem hücresel boyutta iyileşmeye gitmek; kolesterol, obezite gibi diğer ikincil hastalıkların besleyici etkisini azaltmak için yaşam tarzı değişikliklerine gitmek sayılabilir. 


 Medikal tedavide ise oral kontraseptifler ile (kadın doğum ilaçları) eksik olan östrojen seviyesi desteklenir ve 28 günlük menstruasyon döngüsü taklit edilmiş olur. Tedavi alınmamış ve düzenli kanamanın gerçekleşmediği olgularda rahim duvarının kalınlaşması ve dolayısıyla gebe kalmakta zorluklar çekmek kaçınılmazdır. Oral kontraseptiflerin dışında  magnezyum, D vitamini, omega-3, çinko, krom, N-asetil sistein (NAC) ve inositol gibi takviyeler de PKOS’ta semptom giderici olarak kullanılan ve yaşam tarzı değişikliklerini destekleyen unsurlardır.  


 Tüm bu faktörlerin ardından biliyoruz ki tedavisi ciddiye alınmamış, ertelenmiş bir PKOS hastasının uzun dönemde kardiyovasküler hastalıklar, Tip 2 diyabet, infertilite, tromboembolik olaylar ve endometrium kanseri gibi ciddi durumlarla karşılaşma olasılığı olduğu unutulmamalıdır. Erken atılmış adımlar ve hayat tarzı değişiklikleri ile bu sendromun tüm etkilerini minimize edilebilir ve yaratacağı olumsuz sonuçlardan korunulabilir.


Hazırlayan: Bilge Etcibaşı


Kaynakça:


Alexander, C. J., Tangchitnob, E. P., & Lepor, N. E. (2009). Polycystic ovary syndrome: a major unrecognized cardiovascular risk factor in women. Reviews in obstetrics & gynecology, 2(4), 232-239.


Anttila, L., Ding, Y. Q., Ruutiainen, K., Erkkola, R., Irjala, K., & Huhtaniemi, I. (1991). Clinical features and circulating gonadotropin, insulin, and androgen interactions in women with polycystic ovarian disease. Fertility and sterility, 55(6), 1057-1061. 10.1016/s0015-0282(16)54352-0


Gilling-Smith, C., Willis, D. S., Beard, R. W., & Franks, S. (1994). Hypersecretion of androstenedione by isolated thecal cells from polycystic ovaries. Journal of Clinical Endocrinology & Metabolism, 79(4), 1158-1165.


Hassan, A., & Gordon, C. M. (2007). Polycystic ovary syndrome update in adolescence. Current Opinion in Pediatrics, 19(4), 389-397.


HORTU, İ., & KARADAŞ, N. (2019). Polikistik Over Sendromu Patofizyolojisi. Turkiye Klinikleri Gynecology Obstetrics-Special Topics, 12(5), 6-9.


Stein, I. F., & Leventhal, M. L. (1935). AMENORRHEA ASSOCIATED WITH BILATERAL POLYCYSTIC OVARIES. American Journal of Obstetrics and Gynecology, 29, 181-191.

Yıldırım, A. (2011). Polikistik Over Sendromu'nda Gözlenen Biyokimyasal Bozukluklar. Konuralp Medical Journal, 3(1), 42-48.


Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page